Türkiye’nin politik durumundan nefret etmek için o kadar çok sebebim var ki; delirmemek elde değil. Kitle iletişim araçlarının toplum tarafından bu kadar yaygın bir şekilde kullanılmasının ardından önümüze düşen her enformatif (Dar kapsamlı, derleme) bilgi, ülkenin saçma bir ortam içerisinde yer aldığının en basit örneği olarak gösterilebilir. Gün geçmiyor ki, trajikomik bir olay ülkede gündem olmasın. Daha acıklısı şu ki; kelli felli, sıfatları bol insanların gereksiz konuları gündem diye ciddiyetle ana akım medyada saatlerce tartışmaları yok mu? Burada Aziz Nesin‘in sözünü anmamak mümkün değil.
Müjdat Gezen ‘o meşhur lafı’ şöyle anlatır;
“İzmir Torba’da şenlik vardı, İlhan Selçuk ve Aziz Nesin‘le birlikte bir panele katılmıştık. Panelin konusu mizahtı. Birisi kalktı ‘Nasrettin Hoca’nın torunları olarak zeki insanlarız değil mi?” diye sordu Aziz Nesin‘e. O da ‘Yüzde 60‘ı aptaldır‘ dedi.
Uzun lafın kısası rahmetli Nesin’in az bile söylediğini nereden bilebilirdik ki!…
DÜNYANIN EN BÜYÜK FELAKETİ ‘ÖZGÜRLÜK’ TÜR
Daren Acemoğlu, ‘Dar Koridor‘ kitabında özgürlükten şöyle bahsediyor: ¨ Kimseden izin almadan ve başkasının iradesine bağımlı olmaksızın… eylemlerini düzenleyebilip malları ve kişilikleri üzerinde uygun buldukları şekilde tasarruf edebiliyorsa özgürdürler.¨
Hafızamızı tazelemek gerekirse eğer takvimler 2011 yılının Ocak ayını gösterdiğinde sınır komşumuz Suriye’nin başkenti Şam’ın tarihi bölgesinde bulunan Hareke pazarında Beşar Esad’ın baskıcı yönetimine karşı kendiliğinden oluşan bir protesto gerçekleşti. Kısa bir süre sonra güneydeki Dara kendinde birkaç çocuk duvara ¨Halk hükümetin düşmesini istiyor¨ yazdı diye tutuklanıp işkence gördüler.Protestolar başladı ve toplanan kalabalık çocukların serbest bırakılmasını istedi. Polis müdahelesi sonucu iki kişi öldü. Ardından patlak veren kitlesel gösteriler hızla tüm ülkeye yayıldı. Belli ki, ülkede hükümetin düşmesini isteyen çok kişi vardı.Kısa sürede iç savaş ve denetimsiz şiddet içinde buldu. (Alıntı: Daren Acemoğlu; Dar Koridor Sayfa: 12)
Bu duruma tanık olan Latekyalı Adam, olan biteni şöyle değerlendirecekti: ¨Ödüllendirilmeyi umuyorduk, ancak sonuçta elimize geçen dünyanın en büyük felaketi oldu¨
‘NASIL BİR SİMÜLASYONUN İÇİNE DÜŞTÜK’
Sınır komşumuzda olanları yıllardır izliyoruz. Ya Türkiye? Ülkeyi ortak aklı yok sayan, toplumun farklı kesimlerine karşı hiç yokmuş gibi davranan, gözünü para, hırs ve öfke bürümüş, anayasayı, hukuku takmayan birisine teslim etmek, özgürlük tanımına uyuyor mu yoksa laf olsun diye söylenmiş bir söz olarak mı kabul edelim.
Burada yaşadığım bir anektodu aktarmak istiyorum. Kendisini Özgürlükçü, Demokrat, Atatürkçü diye tanıtan bir arkadaşımın anne ve babasının AKP iktidarı karşısında nasıl salvolar yaptığının yakınen tanığı olmak, bir kez daha hayal kırıklığına uğramama neden oldu.Yaşadığım bu travmayı hala atlatmış değilim. Aklımda deli sorular, bir insan nasıl olabilir de onurunu ayaklar altına alıp hala devlet, vatan, bayrak naraları atanların kuyruğuna takılır.
Değerli dostum Çağrı Demirbaş’la zaman zaman ülkenin durumu hakkında laflarken, söylediği bir söz çok hoşuma gitmişti;
– ‘Hacı! Nasıl bir simülasyon içine düştük’
Bu söz her şeyi çok iyi özetliyordu. Ülkeyi yönetenlerin insanların gözünün içine baka baka yalan söylemesi, oy verenlerin ise bu yalanları kendi kimlikleri, ideolojileri üzerinden taviz vermeden ısrarla savunması hangi psikolojiyle açıklanabilir açıkçası çok merak ediyorum. Evet, siyaset boş laf üretmek için ideal bir ortam yarattığı aşikar ama insan kaynaklarımızın bu kadar vasat olduğunu görmek ben de tükenmişlik sendromunun başlamasına neden oldu.